24 Temmuz 2011 Pazar

hastane günlüğü


sabah uyanıyorum. ayaklarım buz gibi. ne zaman stresli olsam üşürler zaten. kalkıyorum hemen giyiniyorum. iki saat bilemedin üç saat sonra eve döneceğimi düşündüğüm için kahvaltı bile etmiyorum. hastaneye giderken aklımda sorular var. en kötüsünü düşünüyorum ya da düşündüğümün en kötüsü olduğunu sanıyorum.
sonra o garip şeyi gösteriyorlar. ardından bir ton test. anlamıyorsun. doktor sakin olalım bir ameliyat ile çözebiliriz diyor.bu arada sen biliyorsun kitlenin kanserli olduğunu. baban bilmiyor. iki gün sonra görüşmek üzere eve geliyorsun. annen panik, baban da panik aslında ama çaktırmıyor. kendi kendine kaldığın vakitlerde google’a bir ton şey yazıyorsun. okuyorsun, bazen okurken bir satır aşağısını okumak istemiyorsun, korkuyorsun çünkü.
iki gün sonra oluyor. bu sefer akıllanmışsın kahvaltı ediyorsun. çünkü bir önceki hastane seferinde saat 16.00’ya kadar aç kalıyorsun ki kendisi dertlerinin en küçüğü. odasına giriyorsun doktorun, o gördüğün kitleyi bu sefer babana gösteriyor.sen kitleye değil babana bakıyorsun. hayatında belki de uzak durduğun o adamı, öyle güçsüz görmek aptal ediyor seni. çünkü belki o sana “güçsüzsün” diye kızmış zamanında. odada ölüm sessizliği oluyor, doktor bile lafa giremiyor. annen ağlamaya çoktan başlamış. baban ise camdan bakıyor. yanına geçip “bunu da hallederiz” diyorsun. sana ilk kez babanmış gibi bakıyor. elini tutuyorsun bu adamın büyüdükten sonra ilk kez. onun sana ihtiyacı olduğunu hissediyorsun. işte diyorsun kendi kendine olabilecek en kötü yerdeyiz.(büyük yanılgı)
yeni testler isteniyor. işlemler bitiyor yukarı çıkıyorsun. ve pandoranın kutusu açılıyor. sadece kalın bağırsakta sandığın zımbırtı karaciğere de sıçramış. şimdi diyor doktor öncelikli hedefimiz onları küçültmek çünkü bu şekilde ameliyat edemeyiz sizi.
odadan çıkıyorsun. hastane eve yakın 10 dakika. arabada kimse konuşmuyor. eve giriyorsun. yan gözle babana bakıyorsun. en azından yemek yiyebileceği için mutlu. bir iki dangoz şaka yapıp çıkıyorsun aklındaki sorularla evden. soruların cevapları ve ortamdaki belirsizlik ruhu siken bir ağırlık içinde. beynini çıkartıp bir bardağa koymak istiyorsun ama maalesef tıp henüz o kadar gelişmemiş.

çocukluğumun bitişi



karmakarışık oldu her şey. kaygılar, üzüntüler, hasretler birbirine karıştı. kafamda yaptığım planlar, kurduğum hayaller şimdi çölde bir vaha gibi kaldı. doyamamak, kavuşamamak gibi duygulara, korkmak, bilememek, hazır olmamak gibi duygular kardeş olarak geldi.
tek bildiğim bugünden sonra hayatımın çocukluk döneminin resmen sona ermiş olduğu. beş dakika dinlenip devam etmem lazım. daha fazlasına hakkım yok.

kavanozun dibi


en büyük bağımlılığım kahve. günde en az iki fincan içmem lazım ki kendimi huzurlu hissedeyim. pek tabii ki en büyük belki de tek lüksüm de kahve. evde düzgün kahve içebilmek için french pressim var (ki bir dönem kahve makinası da vardı o zamanlar sanırım kişisel servetim biraz daha şişkindi. sonra ne olduysa makina bozuldu sonra da atıldı falan. düşün yani aradaki süreçte tamire götüremeyecek kadar fakirleşmişim. şaka şaka, annem çok konuşuyordu mutfakta fazla yer kaplıyor diye ben de bozulunca kovalamadım olayı. annem sonra benim olayı unuttuğumu sanarak atmıştı. zalımsın ana haın ana)
neyse işte gidiyorum kendime kahve alıyorum falan ve güzel bir kavanoza koyuyorum onu. az önce yine gittim kendime kahve yapmaya ve kavanozun dibindeki son kahvelik kırıntıyı aldım. bu görüntü beni hüzünlendiriyor. çünkü takriben yeni kahve almayı akıl etmem ve denk getirebilmem üç iş günü sürecek. bundan daha büyük hüzün yok.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...